Sayıları milyonlarla ifade edilen şu dünya müslümanlarının hallerine bir bakınız... O dinamik imanlarının gereği, nasıl olmaları gerekirdi. Bu kadar muazzam kalabalıklar, inançları doğrultusunda hareket edebilseler neler başaramazlardı ki... Halbuki her yerde, Asya’da, Avrupa ve Amerika’da ne kadar hor ve menfur, mazlum ve mağdur durumdalar... Bakınız, ekseriya ülkeleri çiğnenen, hürriyetleri gasp edilen, ezilen, sindirilen, kahırlara mahkum olanlar onlardır... Kıpırdamalarına bile fırsat verilmiyor... Tabîi zenginlikleri yabancılar tarafından doymak bilmez bir iştihâ ile sömürülürken, kendileri aç kalıyor, köle gibi yaşayıp, ölüme terk ediliyorlar. Başına çorap örülmemiş, gâile ve hâile açılmamış, feryâdı figana, esârete duçâr edilmemiş, ‘Öz yurdunda garip, öz vatanında parya’ misali dertsiz, belasız, çilesiz, ıstırapsız, işkencesiz, ahsız, vahsız, talihsiz Müslümanlar... Müslümanları ağlatan, inleten, titreten, elemlere, kederlere gark eden yine o Müslümanlar...
Allah’ı, Peygamberi, dini, kitabı, inancı büyük Müslümanlara bu neme nem küçüklüktür. Niçin böyle oldu, neden bu durumlara düşüldü acaba? Her şey ortada... ‘Sebepler, herkesin bildiği acı cevaplardır. İslam ahlakından uzaklaşmak, Kur’anın anlattığı şekilde inanamamak, moral kaynakları ve dinamikleri tıkamak, dünyanın zevk ve sefâsına dalmak, gaflet ve taklit, inananların birbirine buğz edip sırt çevirmesi, maddi çekişmelerle, mânevî ihtilaflarla tefrikaya düşmek, cehalet ve fukarâlık...’
İslam düşmanları, Müslümanları Müslümanlardan daha iyi tanırlar. Güçlerinin, kuvvetlerinin ve hatta ciğerlerinin gramajı, onlarca gayet net olarak bilinmektedir. Onun için dinlerine saldırır, imanlarını sarsmaya çalışır, onları rûhen çökertmeye gayret ederler. Aralarından yardakçılar bulur, saldırtırlar. Onları birbirine boğdurturlar. Müslüman’ı Müslüman’a ezdirtirler. İslam’a, gelişmeye mânidir diye iftira ederler. Müslümanları tutucu ve gerici gösterirler. Halkı bölük bölük bölüp, atı alıp Üsküdar’ı geçerler. Besleyerek meşhur ettikleri kimseler ile Müslümanların mukaddeslerine sapık fikir ve felsefeler sokuştururlar. Bununla da yetinmeyip, İslam, vatan, bayrak hainlerini reklam edip alkışlatırlar. Dinsizliği, ahlaksızlığı, milliyetsizliği ve soysuzluğu alenen terviç ve teşvik ederler. Bu bir gizli savaştır. Bu savaş o kadar yaldızlanmış ve pudralanmıştır ki, Müslümanlar, topraklarında süren bu küfür ve kültür emperyalizm mücadelesini bir türlü görememekte, anlamamakta, sezememekte ve fark edememektedirler. Onun için ‘Düşmanın kısmî başarısı, Müslümanların bu eşsiz saflıklarına, derin gaflet ve cehaletlerine dayanmaktadır.’ Bu acı manzara, bu ürkütücü fotoğraf aslında Müslümanların mukadder kaderi değildir. Yeis ve ümitsizlik yok. Bu ağır imtihan Müslümanların dinamiklerini dinamitlemelidir. Bu gerçeği Bir Allah dostu şöyle ifade eder: ‘Atmaca kuşunun serçeye musallat olması serçenin istidadının inkişafı içindir.’
Kaldı ki, Allah’ın rahmetinden umut kesilir mi? Umudu olmayanların yârı, yârânı ve yarını olur mu? ‘Yarın elbet bizim, elbet bizimdir / Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir’ diyen Şâire ilham olan şu âyet, inananların tükenen umutlarına ne zaman ‘Çerağ’ olacaktır!.. İşte Kur’anın ihtârı ve ihzârı: “Hakikat şudur ki, kâfirler güruhundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” Allah’ın bu rahmetine, samimiyetle isteyen herkes, her yerde ve her türlü şartlar içinde kavuşur, kavuşabilir ve de kavuşmuştur. Nitekim Hz. İbrahim, bu rahmeti ateşin içinde, Hz.Yunus, balığın karnında, Hz.Musa, denizde, her türlü kuvvet, destek ve himayeden yoksun, bitkin bir şekilde mütekebbir azman Firavun'un sarayında, Ashabı Kehf sığındıkları mağarada, Allah'ın en mümtaz kulu ve en mükerrem Peygamberi Hz. Muhammed ve onun yakın dostu Hz. Ebu Bekir Sevr mağarasında buldu... Âh şu âyet Müslümanların ve ‘Ben Müslüman’ım’ diyebilenlerin rehberi olsa: “Gevşemeyiniz ve üzülmeyiniz. Eğer gerçekten inanıyorsanız mutlaka sizler üstün geleceksiniz.”
|