NECATİ TAYYAR TAŞ / BİLECİK İL MÜFTÜSÜ
Ekim ayının ilk haftası “Camiler Ve Din Görevliler Haftası” dır. Bu haftada, camilerimizin mânâsı, derin izler ve ‘hoş sedâ’ bırakan hocalarımızın hâtırası bir kez daha yâd edilecektir. Evet, Camilerimiz, hakka müştak yüzlerin, gözlerin, yönlerin, gönüllerin, nazargâhı, güzel duyguların, düşüncelerin, misyonların, aksiyonların kıblegâhı olan genel merkez “Kâbe-i Muazzama”nın şubeleri makâmındadır. Onun için Kâbe’ye “Ümmü’l Büyût / Evlerin Anası” denmiştir. Ne güzel teşbih edilmiş. Çünkü ana kucağı sıcaktır, devâgahtır, karargahtır. Huzur onda, sürur, sükun oradadır. Müslümanların, “Artık yüzünü Mescid-i Harama çevir” Kur’an emriyle, Kâbe’ye dönmelerinin sebebi, Allah’ın vahdâniyetini, tekliğini, birliğini fiilî olarak haykırmanın yanında, haykıranların “kurtuluş” için, “birlik ve dirlik” den başka çârelerinin bulunmadığı gerçeğini ifâde etmeye mâtuftur.
Peygamberimizin, “yeryüzünün her tarafı mescittir” beyanıyla her mekanda ibadet yapılmasına ruhsat verilirken, camilerin “ibadet”e tahsis edilmesi, “Allah’ın Evi” olarak isimlendirilmesi, Allah’ın huzurunda cemaat şuuruna duyulan ihtiyacı resmetmektedir. O evler ki, oralarda yalnız Allah’ın rızâsı aranır, yalnız Ona duâ edilir ve yalnız Ondan istenir. İşte Kur’anın fermanı: “Mescitler şüphesiz Allah’ındır. Öyleyse oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayın.”
Camilerimiz kurtuluş adalarımız, ışık sigortalarımız, oksijen çadırlarımız, bir benzeri olmayan kültür komplekslerimiz, hürriyet ve istiklâl simgelerimiz, vatan tapularımız, mîras belgelerimiz ve senetlerimizdir. Camilerimiz mihrâbıyla mâbet, minberiyle devlet, kürsüsüyle hizmet mekanlarımızdır. Onların bânilerini ve mimarlarını bakınız Mevlamız nasıl nitelendiriyor: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.”
Ya Allah’ın evlerine yan bakanların durumu! Onları da yine Rabbımızın kelâmından dinleyelim: “Allah’ın mescitlerinde Onun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır.” Onun için asırlarca milletimiz, “Ben gerekirse susuz, güneşsiz, ekmeksiz yaşayabilirim ve fakat camisiz yapamam, yaşayamam” diyerek, zaman ve mekânın acımasız tahribâtına meydan okurcasına, gökyüzünü andırır çil çil kubbelerle, Allah’a uzanan alımlı ve anlamlı minârelerle yaşadığı diyarları nakış nakış işlemiştir. Bütün bu hizmetler ve çileler, şu mısralarında terennüm edilen ‘aşkın ve kulluğun’ hatırı içindir: Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi / Gözü Al bayrak arar, kulağı Ezan sesi / Ruhumun senden, İlâhî şudur ancak emeli / Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli / Bu ezanlar ki şahâdetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Muhammet İkbâl’in feryâdı da hatırlanmaya değer herhalde: Yâ Rab, yıldızıma uyanık bir göz ihsan et / Bir minâre gölgesinde bir mezar nasip et. İkbâl’in duâsı kabul edilmiş olacak ki, şimdi o, lahor’da, mescid-i Şahin’in gölgesinde, kıyamete kıyam etmektedir. Selçuklu Devleti’ni kuran Alparslan’ın amcası ve üvey babası, cihan yiğidi Tuğrul Beyin söyledikleri ise, milletimizin soy ikliminin ilhamıdır: “Allah’ın evini yapmadan kendi evini yapanların akıllarına şaşarım.”
Bu hafta vesilesiyle, camilerimizin isimli ve isimsiz, hayatta ve mematta bulunan bütün sahiplerini, mimarlarını, ustalarını, kalfalarını, çıraklarını, samîmî ve hasbî hizmetleriyle görev yapan müftülerini, vaizlerini hatiplerini, imamlarını, müezzinlerini, kayyımlarını minnetle ve şükranla anıyorum... Hayatta olanlara sağlık, sıhhat, saadet, selamet ve âfiyet, hakka yürüyenlere rahmet ve merhamet diliyorum...
NECATİ TAYYAR TAŞ / BİLECİK İL MÜFTÜSÜ |