29 Ekim 2007 Cumhuriyet Bayramının 84. Sene-i devriyesidir. Bu vesileyle değerli okurlarımın ve aziz milletimizin Cumhuriyet Bayramını en içten duygularımla kutluyorum... Şüphesiz her milletin bayramları ve kara günleri vardır. Sevincin ve mutluluğun tezâhürü bayram, acının ve ıstırabın zuhuru mâtemdir. Sevinçleri ve kederleri olmayan milletler tarih perspektifinde pişemez, gelişemez, tecrübe edinemez. Bayramlar, mâzinin pozitif ve negatif resimlerini istikbale taşıyan emsalsiz iz’an ve irfan mektepleridir. İnişli-çıkışlı devranlar, gâlip ve mağlup Hanlar, Hâkanlar, Krallar ve Sultanlar işte bu mekteplerin ürünleridir. Onun için, büyük devletlerin büyük oğulları, büyük oğulları olan devletlerin de muhteşem bayramları olur. Çünkü, büyük oğulları olan milletler büyük, küçük oğulları olan milletler ancak küçük devletler kurmuşlardır. Bu doğrunun tersi tarihte görülmemiştir. Bu sebeple, büyük milletlerin kahramanları, küçük milletlerin cüceleri çoktur.
Senelerdir kutladığımız ve kıyamete kadar kutlayacağımız Cumhuriyet bayramı, milletimizin en büyük millî bayramıdır. Zira bu bayram, varlıktan yokluğa düşmüş, cihana hâkimken yedi düvelin hücumuna uğramış, sesi ve feri varken nefesi ve tâkatı kesilmiş, orduları terhis edilerek silahlarına el konmuş, vatanı parçalanmış, bayrağı indirilmiş, sancağı dürülmüş, ayaklarına pranga, ellerine kelepçe vurulmuş, metânetleri tükenmiş, iradesi zâfiyetin pençesine, idaresi düşmanın inhisarına ve ihtirâsına mahkum edilmiş, harim-i ismeti çiğnenmiş, mukaddesleri berelenmiş soylu ve şanlı bir milletin esarete inat, hürriyet ve istiklâle aşkının bir benzeri görülmemiş destanıdır.
Zira bu bayram, sözüm ona medenî Avrupa’nın hâşâ Hz. İsa’dan aldıkları ilhamla, kilisenin ve haçlı ruhunun katmerleştirdiği kinlerin, pelteleştirdiği idraklerin, pörsüttüğü kapkara vicdanların sürü ittifâkına ve tatminine karşı ‘Bedrin aslanlarının’ hâtırâlarını yâd ettiren bir avuç aslan yavrusunun uyanışının, şahlanışının, baş kaldırışının kederlerle, kahırlarla dolu dramatik ve trajedik kurtuluş hikayesidir. Bu hikaye her zaman ve özellikle Cumhuriyet Bayramında nesillerden nesillere hep anlatılacak, yaşanacak ve yaşatılacaktır... Onun için bayramlar, çorak ve kurak merâsimlerden öte, şuur ikliminin serptiği şebnemleriyle gönülleri ıslatan ve serinleten günler olarak ihya ve icra edilmelidir. Bayramdaki zihin eksersizleriyle dillere pelesenk edilen nedenler, niçinler, nasıllar, tasavvurlar, derin mülâhazalar, tefekkürler, ibret ve hikmetler bayramları bayram gibi anlamlandıran ve mânâlandıran dinamik olgulardır. Bayramları bayram yapan bu olgular, genç dimağların ruhlarını atlastan ibrişimle gergefleyen dokulardır...
İnsanlık, tarihi süreçte nice gaddar yönetimler, küflenmiş sistemler ve zâlim ideolojiler gölgesinde, kendi cinsinden olduğu halde firavunların ve nemrutların gübrelerinde büyüyen insan azmanlarının ‘Tanrı Buyruğu’ misali fermanlarıyla cehenneme bedel dertlere, işkencelere giriftar olmuştur. Mevlâ’mıza şükür ki, necip ve nezih milletimiz ‘Millet ve devlet olma şuuru’ ile şereflendiği andan itibaren, idarenin en iyisini, en güzelini, ve en doğrusunu hayat tarzı ve yaşama biçimi olarak tercih ederek, halkın kendisini yönetme sistemi olan Cumhuriyeti kurmuştur. Cumhuriyetimizin bânisi muzaffer kumandan Gâzi Mustafa Kemal Paşanın ve beraberinde binlerce âlim ve fâzıl sarıklı mücâhidin, Hacı Bayram Camiinde kıldıkları Cuma namazından sonra gök kubbeyi çatlatacak duâ ve tekbirlerle Türkiye Büyük Millet Meclisine yürüyüş fotoğrafı, milletimizin Cumhuriyete olan fıtrî aşkının ve kara sevdasının nişânesidir. Namık Kemal’in şu beyti bu sevdâyı ne güzel anlatıyor: Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet / Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten. Ya şairlerin sultanı Âkif’imizin dudaklarımızda bestelenen eskimez mısraları: Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl / Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet / Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklâl.
|